Ekolojik bunalımın göstergeleri olarak günlük yaşamımıza yansıyan ve giderek büyük tehlikeler haline gelen çevre sorunları bütün dün yanın önemli ve öncelikli gündemlerinden biridir. Hiçbir hükümet veya kuruluş dünya toplumunun yakın geleceğini tehdit altına alan çevre sorunlarına ilgisiz kalamamakta, çözüm arayışlarına katılmak zorunluluğunu görmektedir. Ekolojik bunalımın büyüklüğü ve kapsamı sorunun geçici tedbirlerle çözümlenemeyeceği kadar köklü ele alınmasını gerektirmektedir. Ozon tabakasındaki deliğin büyümesi, sera etkisinin yol açtığı küresel ısınma, su ve toprakla birlikte hava kirliliğinin artışı gelecek hakkında alarm zillerini çaldırmaktadır. Artan nüfusun çoğalan ihtiyaçlarının bir çılgınlık biçimindeki tüketim hevesiyle bir süre sonra karşılanamaz olacağı herkesçe bilinmektedir. Doğal kaynakların tükenebilirliğini gözetmeyen bir anlayışla ve sonsuz büyüklükteki bir depodan hoyratça sürdürülen kaynak tüketimi yaklaşımının devam ettirilemeyeceği açıktır. Tüketimdeki hesapsızlık kadar çevreyi kirleten ve tahrip eden endüstriyel gelişimin aynı tarz ve yaklaşımla devam ettirilişi eğer düzeltilmez ise dünyamızı, dolayısıyla da insan varlığını korkunç felaketler beklemektedir. Ekolojik bunalımdan kaynaklanan sorunlar yalnızca gelişmiş, ileri düzeyde sanayileşmiş ülkelerin sorunu olmayıp bütün dünyanın eş değerde bir sorunu durumundadır. Bu sonuçların ortaya çıkmasında egemen güçlerin ve emperyal ülkelerin payının yoksul ülkelerin halklarına oranla paylarının kat be kat fazla olması karşı karşıya olduğumuz tehlikelerin bütün insanlığın geleceğini tehdit ettiği gerçeğini değiştirmemektedir.
Dünyanın büyük tehlike ve kaygılardan uzak olarak yaşanabilir bir duruma getirilebilmesinin ekolojik bir yaklaşım temelinde gerçekleşebileceği genel bir kabul durumundadır. Temel sorun bunun gerektirdiği anlayış, yaklaşım ve tedbirlerin yeni yaşamın alışkanlıkları, kültürü, ahlakı ve vicdanı haline getirilmesindeki engellerdir. Bu engellerin en başında ise insanlığın genel çıkarları ile ulusal, bireysel ve grupsal çıkarlar arasındaki uyuşmazlık gelmektedir. Bu çıkar uyuşmazlıklarının uzun bir tarihi sürecin sonucu olan yanlış iktidar anlayışı ve egemenlik dürtüsünün zihniyet biçimlenişi olduğu ve genleşmiş özellikler haline geldiği bir gerçektir. Bu nedenle ekolojik bakışın bütün insanlık düzeyinde bilince çıkarılmasının sağlanması ve yaşamsallaştırılması uzun vadeli ve çok yönlü bir dönüşüm mücadelesiyle olanaklıdır.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artan bir biçimde çevreci akım ve çabaların gelişmesi çevre sorunlarının büyümesinin sonucudur. Ekoloji biliminin temelleri de 19. yüzyılda atılmış olmasına rağmen ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren köklü araştırmalara ve düşünsel çabalara konu olması, endüstriyel gelişmenin sınırsız ve ölçüsüz geliştirilmesinin büyük rol oynadığı doğal dengedeki bozulmanın tehlikeli boyutlara varması, iklim değişimine yansımasının büyük afetlere yol açacak düzeye gelmesindendir.
Ekolojik bakış açısının ve yaklaşımın çevrecilikten farklı olduğu açıktır ve hem daha radikal, hem de daha uzun vadeli bir mücadele konusudur. Ekolojik yaşam anlayışı çevreci yaklaşımların alternatifi olmadığı gibi onunla rekabet içinde de değildir. Çevreci yaklaşımlar kapitalist sistem zihniyeti içinde çözüm arayışlarıyla ekolojik bakış ve yaklaşım ile farklılık arz etmektedirler. Çevreci akımlar, bütün yetersizlikleriyle birlikte insanların ve toplulukların doğal varoluşa, kaynakların sınırlılığına ve tükenebilirliğine yönelik duyarlılık geliştirdiği ölçüde yararlıdır. Ancak çevrecilikle sınırlı olan yanlışları düzeltme anlayışı ve çabasının da yetersiz olacağı kesindir.
Bu çerçevede ekolojik yaklaşımların ve akımların sınıflı ve sömürülü tarihsel süreçlerin insan özünden koparıp aldığı bütün güzellikleri yeniden kazandırma ve geliştirme gibi bir hedefle yola çıktıkları kesindir. Ancak bu akımların bazılarının hedeflerinin sıralanması ve zamanlaması bakımından gerçekleşebilir olmayıp ekolojik yaşamın adeta bir fantezi düzeyinde algılanmasına yol açtıkları da bir gerçektir. Köklü teorik yanılgılar içinde olanları da bulunan ve haksızlıkları düzeltme adına ters uçtan benzer yanılgıları yaşatan akımların olduğu da açıktır. Mistik ekoloji olarak bilinen derin ekoloji akımı, bütün canlıların yaşama hakkını savunma ve hatta eşit düzeyde ele alma şeklinde doğal varoluşun korunmasını savunduğunu iddia ederken, bu doğal varoluşun içinden gerçekleşen insanın değerini küçülterek aynı ölçüde doğaya yanlış bir yaklaşım içinde olmaktadır. İnsan doğanın temel ve etkin bir bileşenidir. Salt bu anlamda bile doğal varoluşu insansız düşünmek yanlış ve anlamsızdır. Ayrıca bugünkü gerçekleşme düzeyi ve yaşam tarzıyla insanı görmezden gelerek toplumsal varlığı ve doğal etkileşim içindeki yerini sıfırlamasının mümkün olmadığı da bir gerçektir.
Mevcut haliyle kapitalist sistem şekillenmesinin korkunç bir tüketicilik hastalığına muzdarip kıldığı insanın kısa sürede kendi yaşam imkânlarının alanı olarak doğayı tüketeceği de bir büyük tehlike olarak önlenmesi gereken bir durumdur. Ekolojik dengedeki bozulma düzeyi, doğal dengede tehlike çanlarını çaldıran olumsuzluklar halinde iken gidişatın tümden düzeltilmesi zamanına kadar beklemeden acil tedbirler geliştirilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Yani ekolojik bilince dayalı bir doğa yaklaşımı yerleşik kültür ve ahlak haline gelinceye kadar gelişmelere seyirci kalmak yanlış olduğu kadar anlamsızdır da. Bütün bunlar ekolojik bilinç mücadelesinin kapsamlı ve etraflı yürütülmesinin gereği kadar aşamalı bir gerçekleşme mücadelesi sürdürme gereğini ortaya koymaktadır.
İnsan-doğa ilişkisinin yeniden düzenlenmesi hem anlayış, hem de pratik bakımdan karşı karşıya olunan sorunların büyüklüğü ve önceliğinden kaynaklanmaktadır. İnsanlığın yakın geleceğini tehdit eden tehlikelerin önlenebilmesi için insan-doğa ilişkilerinin felsefi, ideolojik ve kültürel bakımdan yeniden düzenlenmesi zorunludur. İnsanın doğaya müdahalesinin yanlışları ve yanılgıları geride bırakarak toplumsal ekoloji anlayışı temelinde geliştirilmesi gerekmektedir. İnsan-doğa yabancılaşmasının temelinde de insanın kendi özüne yabancılaşması yatmaktadır. Bu yabancılaşmanın sonucu olarak insanın doğaya yaklaşımındaki yanılgı ve yanlışlıkların düzeltilebilmesi, toplumun kendi içinde adil, eşitlikçi ve özgürlükçü yaşam biçiminin gelişme düzeyiyle bağlantılıdır. Bu da bu alanda yürütülecek mücadelenin geniş kapsamlı ve uzun vadeli olmasını gerektirmektedir. Bu mücadelenin formülasyonu demokratik-ekolojik topum kuruluşunu hedeflemektir.
Demokratik-Ekolojik bir toplum mücadelesi gerçekleşebilir bir ütopyadır. Bu ütopyayı gerçekleştirme mücadelesi, insanlığın sınıflı uygarlıklar boyunca kaybettiklerini çağcıl içerikle yeniden kazanma mücadelesidir. Ama bu mücadelenin hangi yöntem ve araçlarla yürütüleceği de önem kazanmaktadır. Amaç ile araç bağıntısının pragmatik biçimde ele alınmasının sonuçlarının büyük tahribatlar olduğu anlaşılmıştır. Doğaya yaklaşımın doğru pratikleşebilmesi ve insan merkezciliğin bir versiyonu olmaktan kurtulabilmesi, felsefi yaklaşımın doğru olması ve araçsal aklın aşılmasıyla olanaklıdır. Diyalektik aklın etkin kılınması ve toplumsal alanın daha çok şeye sahip olmayla değil insan ilişkilerinin gelişme düzeyiyle ölçülmesini etik haline getiren bir akılcılığın geliştirilmesi gereklidir. İnsan aklının sadece olguları çözümlemede değil, moral değerlerini de sürece katan muhakeme aracı haline getirmek, duygusal zekâ ile analitik zekânın birliğini yaratmak kaybedilenlerin kazanılmasını sağlayabilir.
İşte bütün bu konular ekolojik yaklaşımın içinde ve onun bileşenleri durumundadır. Başka bir ifadeyle doğaya yaklaşımda bir düzeltme geliştirmek ve yabancılaşmayı azaltmak amacıyla girişilecek bir çabanın sonuç verebilmesi, insanlar arası ilişkilerde de yeni bir ahlaki ve vicdani yaklaşım temelinde yabancılaşmanın giderilmesi çabasını gerektirir. Bir canlının veya doğal bir varlığın ekolojik dengedeki yerinden hareketle „korunması“, ya da varlığını sürdürme koşullarının oluşturulması için çaba gösterilmesi eğer aynı düzey ve kapsamda insanlar arası ilişkilerin barışçıl ve adil biçimde gelişmesi çabasına yansımıyorsa, yürütülen çalışmalardan sonuç almak beklenmemelidir. Bunun tersi de doğrudur ve günümüz dünyasında insanlar arası bu kadar adaletsizlik, uluslar, cinsler ve kültürler arasında bu kadar ayrımcılık ve sorunların çözümünde bu kadar yanlışlık ve şiddet uygulaması söz konusu iken, doğanın bütünsel varoluşuyla, yeşilin ve canlıların „korunması“yla uğraşılmaz demek de o denli yanlış ve yanılgılı bir yaklaşımdır.
Ekolojik yaklaşım derin bir dönüşümü, en küçüğünden en kapsamlısına kadar ve sınıflı uygarlıklar tarihinin bize olumsuz mirası olan yanlışların düzeltilmesi mücadelesiyle geliştirebilecektir. Bu mücadelenin konusu yanlışların başında şiddet uygulaması, tahakküm ve ayrımcılığın her türünün kaynağı olan milliyetçilik ve bireycilik gibi benmerkezciliğin versiyonlarıdır. Bu kadar kapsamlı ve derin bir mücadele gereğini görerek en küçük bir düzeltme girişimini küçümsemeden ve hatta başlangıç açısından teşvik edici yaklaşımlarla destekleyerek ekolojik yaşam duyarlılığını geliştirmek gerekmektedir. Ekolojik bakışın geliştirilmesi uzun vadeli ve pek çok engelle mücadele içerisinde gerçekleşebilecektir.
Bu bağlamda biz ekolojik-demokratik toplum projesinin uygulanması doğrultusunda mücadele ederken Kürt özgürlük hareketinin otuz yıllık mücadele birikimi ile insanlığın bin yıllardır süren demokrasi mücadelesini sentezleyerek çağdaş demokratik değerleri, ekolojik-demokratik yaşam felsefesi doğrultusunda geliştirmeyi hedefliyoruz. Bu mücadelenin kendi etiğini, kendi dilini ve alışkanlıklarını mücadele sürecinde geliştireceğine ve güçlendireceğine inanıyoruz. Bu mücadeleyi geliştirirken halkımızın en doğal haklarının ayaklar altına alındığı, yaşam hakkının bile güvencesinin olmadığı gerçeğini unutmuyoruz. Ancak toplumsal dönüşümün gerçekleşmesi oranında ulusal demokratik hakların da kazanılabileceğine ve güvence altına alınabileceğine inanıyoruz.
Haydar GEÇİLMEZ